HAKKIMIZDA

MOZAİK’E BORÇLUYUZ

1980 yılının son günleriydi. İki arkadaş Ortaköy Camii’nin arkasındaki Deniz Park çaybahçesinden çıkmış durağa yürüyorduk. Akşamın alacakaranlığı henüz çökmeye başlamıştı. Meydana çıkmak üzere köşeyi döndüğümüzde devriye gezen mavi bereli jandarma komandolarıyla yüzyüze geldik. Durdurulduk. Başlarındaki çavuşu daha önce rastgeldiğimiz çevirmelerden tanıyorduk. Gene böyle bir arama-tarama-kimlik sorma rutininden geçeceğimizi sanmıştım. İçgüdüsel bir hareketle kimliğimi çıkartmaya kalkıştığımı hatırlıyorum. Saniyesinde ikimizi birden derdest edip yüzükoyun yere yatırdılar. Neye uğradığımı anlayamadan enseme dayanan soğuk metali hissettim. G3 otomatik piyade tüfeğinin namlusuydu. Böylesiyle ilk kez karşılaşıyordum. Hiçbir zaman tam olarak adlandıramadığım bu karmaşık duyguyu hayatım boyunca zihnimde yeniden ve yeniden canlandırabilmeyi başardım. Devlet beni ölümle tehdit etmişti. Onaltı yaşındaydım.

İlkgençliğini seksenlerde yaşayanlar talihsizdir. Herhalde hiçbir kuşak ergenliğinde bizler kadar korkutulmamıştır. 12 Eylül rejiminin laboratuar denekleriydik. Özellikle bizim için geliştirilmiş, geniş ölçekli sistematik yöntemler uygulanarak özenle sindirildik. Halledilecekler listesinde ilk sıradaydık; üniversite çağına geldiğimizde YÖK hazırdı. Kitlesel tapınmalar halini alan faşist propagandanın etki alanının dışında kalanlar için hayat misliyle zordu. Alternatifsizdik. Bu yüzden seksenler öncelikle kasvettir, derin bir sıkıntıdır. Varoluşçuluğu böyle keşfettik. Yaşımızla tezat oluşturan bir iç yolculuğa çıkmak durumundaydık. Kafka’nın kara mizahı bize nefes payı sağlıyordu. 12 Eylül döneminin galiba tek kazanımı, bunaltının üstesinden gelmek için sarıldığımız yüzlerce kitap ve bir o kadar müziktir. Yapacak başka bir şey yoktu. Sahiden alternatifsizdik.

Mozaik böyle bir toplumsal iklimde ortaya çıktı. Hayatımızın üstüne çöken kara bulutları dağıtmayı öneren bir çağrısı vardı ve bunu olabilecek en iyi zamanda, 1983 gibi hayli “erken” bir tarihte dillendiriyordu: Ölümden Önce Bir Hayat Vardır… Dünyanın farklı coğrafyalarından derlenmiş, farklı dillerdeki hayat temalı folk şarkılarından oluşan bu konser albümü seksenlerin ilk yarısının dağınık karşı kültüründe efsane haline gelmişti. Temiz kaydına çok sonra kavuşan birçoğumuz albümü kasetten kasete yapılan kötü kopyalardan dinledik. Unutmak mümkün mü, denk geldiğim kopyalardan biri Selami Şahin kasedinin üstüne kaydedilmişti. Bu yönüyle 12 Eylül döneminin halis yeraltı ürünlerindendi.

Daha sonra gelen Mozaik albümleri, ilk albümün aslında özel bir albüm olduğunu ortaya çıkardı. Normalde bu tür cover albümleri gruplar kendi çizgisini belirleyip oturduktan çok sonra, bir fantezi olarak yapılır. Mozaik’te bunun tam tersinin gerçekleşmesi bana her zaman önemli bir ayrıntı gibi gelmiştir. Çünkü Mozaik her şeyden önce bir proje grubudur. Her biri farklı müzikal yönsemeleri olan, bir kısmı kendini müzik dışındaki alanlarda da ifade eden grup elemanları, bazen bir şarkıya getirilen yorum, bazen küçük bir vokal katkısı, bazen koca bir albüm şeklinde ortaya çıkan projeleri hayata geçiren gönüllü aktörlerdir. Mozaik’in bu özelliği daha formal bir grup görünümü aldığı zamanlar da değişmedi. Dikkatli bir Mozaik dinleyicisi, yeni dinlediği bir parçanın hangi elemanın/elemanların projesi olduğunu kestirebilirdi. (Kuzu’nunkiler hariç tabii; o her zaman şaşırtırdı.)

Öte yandan, proje kimden gelirse gelsin hep birlikte hemhal edilirdi, kolektif yaratıcılık Mozaik’i grup yapan nitelikti. Harcıalem bir Mozaik sound’u yoktur, ama bu deneysel müzik atölyesinin ayaklarının yere basmasını sağlayan genel üslup bütünlüğünden söz edilebilir. Asla eskimeyecek Ardından (1985) albümündeki Kör Uçuş şaheseri bu yerçekiminin en güzel örneği olmalı, peşinden gelen Onüç de sağlaması…

“Mozaik’in türü ne” sorusu ya bazı ilgisiz müzik türleri art arda sıralanarak cevaplandı ya da cevapsız bırakıldı. Bugünden bakınca durum o kadar belirsiz değil galiba. Mozaik bütün bu nitelikleriyle bir progresif rock grubudur. Mozaik ile arasında akrabalıklar kurabileceğimiz birçok progresif rock grubu gibi türler arasında gezer; etkileşim içinde olduğu elementleri soğuk veya sıcak füzyona tabi tutar. Zaten rock dediğimiz şeyin bizatihi kendisi füzyondur. Ne var ki, Mozaik bunu yaparken eklektik değil, kelimenin tam anlamıyla otantiktir. “Bugünü ancak böyle anlayabiliyoruz, ancak böyle anlatabiliriz,” der gibidir.

Madem birinci tekil şahıs yazarak ilkemin dışına çıktım, bari daha da kişisel yorumlarla bunun tadını çıkarayım. Bugün yeniden baktığımda Mozaik çizgisini en çok Soft Machine‘in koca yüreği Robert Wyatt‘ın yapıtına benzetiyorum. Müzikal benzerlikler bir yana, Wyatt’ın ortaya koyduğu evrensellikten, ortak insanlık kültürü- ne ait olmaktan ve bunun işleniş biçiminden söz ediyorum. Mozaik’in kendi çizgisinin ilk örneğini verdiği Ardından albümünü dinlediğimizde bize en çarpıcı gelen şey evrensellikti. Dinlediğimiz şey kategorik olarak Pink Floyd‘ların, King Crimson’ların, Frank Zappa‘ların dünyasıyla ilişkiliydi. Çook Alametler Belirdi (1988) ve Plastik Aşk (1990) albümleri bunu pekiştirdi. Ama o zamanlar bu durumu tarif edebileceğimiz kavramlar henüz oluşmadığı için “demek biz de yapabiliyormuşuz” duygusuyla yetindik. Buradaki biz önemliydi, çünkü Mozaik bütün vasıflarının yanında, buralı bir gruptu.

12 Eylül darbesi genç, dinamik, heyecan ve umut dolu bir toplumun hayat damarlarını kesti. Yetmişlerin devasa kültürel birikimi sonraki kuşaklara aktarılamadı. Anadolu Rock akımının, etkin olduğu yıllardan en az yirmi yıl sonra, ta ikibinlerde yeniden popülerleşmesi bu acı gerçeğin göstergesidir. Batı’da rock ellilerden bugüne kesintisiz olarak birbirini izleyen akımlarla ilerlemiştir. Rock tarihi bu akımlar arasındaki etki-tepki ilişkisiyle örülmüştür. Bu süreç bizde acımasız bir kılıç darbesi yedi. Hayat normal akışında seyretseydi, Anadolu Rock akımının ardıllarının seksenlerde ortaya çıkmış olması, yetmişlerle etki-tepki hesaplaşmasını bitirip yoluna devam etmesi gerekirdi. Varolan altyapı imha edildiğinden, seksen kuşağı kültürel alanların tümünde zorunlu bir yeniden inşa süreciyle uğraşmak durumunda kaldı. Mozaik’in öncesiz ve büyük ölçüde sonrasız bir grup olmasının en önemli sebeplerinden biri bu tarihsel kesintidir. Gene de birçok nitelikli grubu etkilemiştir.

Mozaik her anlamda zamansız bir gruptur. Müzikal tercihlerine bakarsak, aslında kendin- den önceki müzikal hareketlere tepkilidir; ama bu konuları tartışmanın zemini ortadan kaldırıldığı için eleştirisini sıcağı sıcağına ifade etme şansını pek bulamamıştır. Yetmişlerin bitmek bilmez yerellik-evrensellik tartışmalarına ışık tutacak hayli olgun bir sözü vardır; ama bundan önce söylenmesi gerekenler o kadar fazladır ki, sıra gelmez. Bu yüzden Mozaik popüler müzik tarihimizde çöl kaktüsü gibi durur.

Mozaik’e çok şey borçluyuz. Albümlerinin yeniden basılması Mozaik’i hakkettiği yere oturtmak için bir fırsattır. 12 Eylül’ün kayıplarını yerine koyamayız belki, ama saygın bir direniş hareketinin kazanımlarını bu vesileyle yeni kuşaklara aktarabiliriz. Evet, ölümden önce bir hayat vardı ve biz onu yaşadık!

Erdir Zat